krdnzdn

26 Ağustos 2012 Pazar

Batum’da 12 saat..


Onaltı  yıl öncesiydi son gittiğimde, bu da üçüncüsü oldu Batum’a gidişimin.Bayram sonrasıydı ve Kırşehir’den gelen çocukluk arkadaşım Sait ve yanındaki  arkadaşı vesile olunca, o misafiri Ömer’in aracıyla, ani bir kararla  gittik. Hiç düşünmediğim bir zamanda oldu Batum ve Kaboletti gezimiz , hani “ateş almaya mı geldin” denir ya, öylesi ne 12 saatlik bir gezi  . Gezide “kuyruk” sıkıntılarına katlanılmaz aslında ama  3 saatlik bir kuyruk bekleyişimiz bile sabrımızı zorlamadı. Sarp sınır kapısında, geceyarısını çok geçmişti Gürcistan’ın Acara Özerk Bölgesi ‘nin Başkenti Batum’a  geçtiğimizde..
Sarp’a   tünel çıkışıyla ulaştığımızda  genç bir polis bizi ters yöne yönlendiriyor. “Gürcistan’a gidiyoruz” dediğimiz halde, gülerek, “önce sıraya girin, kuyruk var” diyor, gecenin o saatinde iki kilometre kadar uzamış araç kuyruğuna giriyoruz. Araçlar geçiş yaptıkça sıramız ilerliyor. Araçta şöförü bırakıp biz çay içmek için cafeye gidiyoruz, genç bir sanatçı Mert  Şenel,  Türkçe, lazca ve kürtçe türküler söyleyerek canlı müzik yapıyor,  Sarp köylüsü veya Gürcistan’a geçmek için  sıra bekleyenler de  horon oynuyor. Biz son parçayı dinleyebiliyoruz, ardından da Mert’le konuşuyoruz. Mert ve arkadaşları, “Abi, ne işiniz var Batum’da  oradaki aynıları burada, Kemalpaşa ve Hopa’da da var, boşuna gitmeyin, Karşı tarafta sadece kumar, fuhuş ve akaryakıt,  eğlence bizde de   var”diye  sanki Batum’a her geçenin  kadın muhabbeti için gidiyormuş gibi bir önyargı ile uyarıyorlar. Ardından  Rize’den arkadaşları ile buraya gelen ve arkadaşları Batum’da olduğu halde onları bekleyen Samet Köse ile konuşuyoruz, o da diğer gençler gibi aynı şeyleri söylüyor.
Araç  kuyruğundan yüksek bir ses geliyor, o tarafa yöneliyoruz, yaşlı bir  araç sahibi araya giren başka bir araca itiraz eder oluyor,  iki genç  o adamın yanına gidip bir şeyler konuşunca adam itiraz edemiyor ya da susuyor!. Burada araç kuyruğu tabi özel araçlar için, Tır ve Yolcu otobüsleri  sıraya tabi değil. Sarp  köyünün gençleri, bir miktar ücret karşılığı meğer istedikleri aracı diledikleri şekilde aralara yerleştirerek  “Her horoz kendi çöplüğünde öter” misali harçlıklarını çıkarıyor. Biz o tartışmayı izlerken bu kez ayrı bir tartışma da Hopa Kaymakamlığı Kimlikle Geçiş İrtibat bürosunda oluyor. Biz araçla gittiğimiz için o irtibat bürosu ile işimiz olmaz sanıyorduk taki Samet bizi uyarıncaya kadar. Meğer orada da özel geçiş belgesi hazırlanıyor, kişi başına bir liralık ücret karşılığında.Araç başka bir tarafta biz başka bir tarafta sıra bekliyoruz, o sırada  İki gençte  Batum’a giden araçlar arasında özenerek dolaşırken, .” Abi benim yaşım 17,5, az kaldı, 18 yaşından küçükler yalnız başına Batum’a geçemiyor,  ancak aileleri ile gidebiliyor.”diye yakınıyor.Üç saat bekleyişimizin ardından girdik polis ve Gümrük  kontrollerine, ardından da Gürcistan gümrük ve polisindeki kontroller çok uzun sürmedi.
Bizim Artvin’in Hopa ilçesi, Kemalpaşa beldesine bağlı Sarp köyünün diğer yarısı yani Sarpi’den itibaren yolun sağında önce Andrea Pirveltsodebuli’nin heykeli, ardından da Hz.İsa'nın On İki Havari’sinden biri olan Aziz Matthias’ın mezarının bulunduğuna inanılan  Gonio kalesi dikkatimizi çekiyor.. Kalenin hemen yanından da  ülkemizde Bayburt’tan doğan Çoruh nehrinin denize döküldüğü deltayı zaten görüyoruz.Batum havalimanı da bu delta da yer alıyor. Batum,  bizim Batum, orada da Batumi diye adlandırılan Gürcistan’ın Acara Özerk Bölgesi’nin başkenti  bir liman şehri. İstanbul’a 1264 km, Trabzon’a 215 km ve Rize’ye de 94 kilometre mesafede  olan 180 bin nüfuslu bir kent.
Batum’a ilk olarak 1995 yılında 3 günlük bir gezi için gitmiştim, o resmi gezide o zamanki Acara özerk Bölgesi’nin cumhurbaşkanı Aslan Abaşidze’nin davetlisiydik. Sonraki gidişim 1996 yılında Sarp sınır amirinin resmi makam aracı ile 3 saatlik bir özel geçişti. 31 Mayıs 2012’den itibaren Gürcistan ile Türkiye arasında vizesiz geçişler başlayınca giriş-çıkışların her iki ülke arasında çoğalması, oraya gidip gelenlerin “Batum on senede Gürcistan’ın Dubaisi olur” gibi çok iddialı değerlendirmeleri duyar olmuştum. Bir de kendim göreyim istedim zaten. Gördükten sonra o Dubai benzetmelerini yapanlara haksızlık olmasın ama  Batum ve çevresinin Türkiye’nin kırk yıl öncesindeki halini yansıttığını söyleyebilirim.
Batum dendiğinde ülkemiz de akla ilk gelen  kadın, kumar, bar, pavyon(disko)  ve oteller gibi eğlence ve konaklama yerleri ile ucuz akaryakıt. Evet bunların hepsi var ama daha da ötesinde orada farklı bir kültür ve bizim bilmediğimiz, tanımadığımız bir hayat var. O akla ilk gelen eğlence sektörünün cilalı ve gösterişli yeni binalarının arka sokaklarında tam bir sefalet ve yoksulluk var. Eğlence yerleri, Trabzon, Rize, Artvin veya Hopa’dan gitmiş, o sektörde çalışanlar tarafından  Gürcü ortaklarla birlikte işletiliyor. Sadece kadınlar Gürcü veya Azeri, garsonların bir kısmı yine Türk. Gelen hesaplar da Türkiye’deki gece hayatının standartlarında, fark yok gibi. Bana sanki Batum’daki gece aleminde olan kadınlar, bir gece Hopa, Kemalpaşa ve çevresindeyse , bir diğer gece de Batum’da dönüşüm yaparak çalışıyorlar gibi geldi. Çünkü, sınırdan bir geçiş sınırlaması yok.
 Batum’a giderken Türkiye tarafındaki araç kuyruğu ve Gümrük’teki bekleyiş süresi, Gürcistan tarafında yok ve zaten görevlilerin çalıştığı mekanlar, bizim polis ve gümrükçülerimizin çalıştığı mekanlardan daha şeffaf ve çağdaş mekanlar. Oysa her iki tarafta buradaki gümrük binalarını aynı zamanda yaptı. Batum’da çok katlı birkaç bina göze çarpıyor, limanın hemen batısında kalan orta caminin minaresinden uzun binalar işte. Halen devam eden inşaatlar bitse de şehrin silüetinin öyle kolay kolay değişeceğini sanmıyorum ama evet on altı yıl öncesine göre Batum, çok değişmiş, gelişmiş ve modern bir şehir olmuş. Batum’da  elektrik sayaçlarının evlerin dışındaki elektrik direklerine takılmış olması dikkatimizi çekti. Böylece Sayaçlar, direklere konularak, elektrik kaçaklarının önlenmesi kolaylıkla sağlanabiliyor.
Sabahı Batum limanında karşıladık. birkaç balıkçı, oltalarla kefal yavrusu avlarken Limana bir büyük  turist gemisi yanaşıyor.Kahvaltı yapalım dedik, ama tıklık tıklım dolu olan “24 saat cafe”de yer bulamadık.  Çay bulduk ama börek, ya da kahvaltı yapacak bir şey bulamayınca(!) kahvaltı bahanesi ile daha önceki gidişimde konakladığımız Osmanlı dönemindeki adı Çürüksu olan Acara Özerk Bölgesi’nin Antalyası denebilecek Kabuleti’ye geçelim dedik. Pazar sabahı, halk pazarının kurulduğu büyükçe bir meydanda fırın gördüm, yarım saat sonra ekmeğini çıkacağını öğrendim. Taze ekmek alırız diye sevindim ama  gezmeye devam ederken o Pazar yerindeki tuvalete girdim,ücret alma yerinde bir güzel kız oturuyor,  kapıları bir insanın boyundan kısa ve kapıları açık bir garip yer. Adam, tuvalete oturmuş, kapıyı bile kapatmamış halde hecat gideriyor, bir diğeri gelip kapıyı eliyle tutup hacet gideriyor.Tuvalet demeye bin şahit lazım, Tiksindim, çıktım.
Hemen yakından gelen sesler üzerine kapısı açık bir domuz mezbahasına gittim, kafeslerdeki domuz yavruları böğürüyor, bir pis koku ki sormayın, midem bulandı artık. Bir ekmek aldım tava ekmeği ama o görüntülerden sonra hiçbir şey yememeye karar verdim. Pazardan  aldığım pestil, üzüm, şeftali, domates, salatalık, kestane, incir gibi meyvelerle idare ettik.Döndükten sonra  bizim Fatih Şahin’den duydum, Orta camiye gitseymişiz, orada Arhavili bir dönercinin güzel yemeklerinden yiyebilirmişiz ama bir sonraki sefere artık. Birlikte olduğum arkadaşlarda ekmekte bile “domuz yağı vardır” diye ısrar edince, aldığım ekmeği de atmak zorunda kaldım. Yeni açılmış bir pastahanede birer çay içtikten sonra Kaboleti’den ayrılıp, Batum yolu üzerindeki Botanik bahçesine gittik. Botanik bahçesine kişi başına 6 lari vererek girdik, elbette ağaç çeşidi ve doğa olarak mest olduk. Botanik bahçesine özel yan tarafları açık özel araçlarla isterseniz tamamen gezebiliyorsunuz yoksa yürüyerek bu ağaç koleksiyonunu tamamen gezmeniz saatler alabilir.Ben zaten hayrandım bu parka, arkadaşlarımda mutlu oldular. Yeri gelmişken botanik Park kısaca;
“Batum Botanik Bahçesi (Gürcüce: ბათუმის ბოტანიკური ბაღი / Batumis Botanikuri Baği). Acara özerk cumhuriyetinin yönetim merkezi Batum’un dokuz kilometre kuzeyinde, 111 hektarlık alana yayılan botanik bahçesi. Karadeniz kıyısında yer alır ve halk tarafından Mtsvane Kontshi (Yeşil Burun) olarak adlandırılır. Batum Botanik Bahçesi, Eski Sovyetler Birliği’nin en büyük botanik bahçesiydi. Batum Botanik Bahçesi’nin kuruluşuna 1880’lerde Rus botanikçi Andrey Nikolayeviç Krasnov (1862-1914) ve kardeşi General Pyotr Krasnov tarafından başlandı. Resmen 3 Kasım 1912’de açıldı. Bahçe, iki yetenekli bahçe uzmanı ve dekoratörü Fransız D’Alphonse ve Gürcü İason Gordeziani tarafından düzenlendi. Bahçe, Sovyet döneminde daha da genişletildi. Batum Botanik Bahçesi’nde, Kafkasya’ya özgü bitkilerin yanı sıra, Uzak Asya, Yeni Zelanda, Güney Amerika, Himalayalar, Meksika, Avustralya getirilen 2037 bitki türü bulunmaktadır. Bunların sadece 104 türü Kafkasya’ya özgüdür. Batum Botanik Bahçesi, eskiden Gürcistan Bilimler Akademisi tarafından işletiliyordu. 2006 yılından bu yana ise bağımsız bir kurumdur.”(wikipedi)
Birlikte gittiğim arkaşlarımdan Ömer, matematik öğretmeni, sait de sosyal hizmetlerci. Gösterişli binaların arkasında saklanan yoksulluk, turistik rehberlerde olmayan gerçek yaşam koşulları, o Pazar yerlerinde göze çarpıyor. Gürcistan’ın para birimi lari ve bizim paramızdan daha değerli. Bizim yüz liramız, sınırdan ilk girdiğiniz de 85 lari, şehirdeki döviz bürolarında 89, 90 ve  92 lari. Ufak bir ekmek 1 lari,  Pazardaki Domates’in bir kilosu 2 lari, bir kilo üzüm 2,5 lari, salatalık 2 lari, 1 fincan çay 1 lari. Kestane balının fiyatını sordum birkaç yerde,16 lari, 22 lari ile 35 lari arasında değişti fiyatlar.  Türkçe bilen uyanıklar 35 lari diyen...................yazının devamı için tıklayınız

2 Nisan 2012 Pazartesi

Arıların, nesline yasakladığı Çuha çiçeği



Şehirlerde park ve bahçelerde genleri ile oynanmış halini görmüş olsanız da Karadeniz Bölgesi’nin “bahar müjdecisi” olduğu kadar, fındıklıkların veya çay bahçelerinin her yanında görebileceğiniz Mart çiçekleri (Çuha) ile Arı’ların öyküsü varmış meğer, bu yaşıma kadar duymamıştım. Fındıklıklarda kendiliğinden yayılan mart çiçeklerinin fotoğraflarını çekerken, yeğenim bu çiçeklerle arıların küs olduklarını söyledi. O da bu Mart çiçeklerinin kendini beğenmiş olmasından kaynaklanıyormuş meğer.
Bizim Keltemel adını verdiğimiz fındıklıkta bolca vardır mart çiçeklerinden, Mart ayında açtıkları için de Karadeniz’de adı “mart çiçeği” olarak bilinen Çuha çiçeklerine arılar konmazmış meğer. Bunu bilmiyordum, çok okuyan ve anlatılanları hiç unutmayan ve sürekli gülecek bahaneleri olan yeğenim Macide ile mart çiçeklerinin bol olduğu yerdeyiz. Ben fotoğraf çekerken, “Arı’larla küsdür o mart çiçekleri dayı” dedi. Hiç böyle güzel çiçeklere arı konmaz mı diye düşündüm bir an, sonra çaktırmadan dikkatle izlemeye koyuldum. Arı vızıltısı duyunca da onu takip etmeye başladım, çok küçük yabani çilek çiçeklerine konuyor ama gerçekten arı mart çiçeğine konmuyor. “neden küsmüşler peki” diye sordum Macide’ye, hem nerden bildiğini sordum tabi. Dedesi Ori Mustafa Baytürk anlatmış ona da, Arılarla mart çiçeğinin neden küs olduklarını.
Öykü bu ya güya soğuk kış günlerinin geride kalması ile doğaya yayılan arılar, güzelliğinin farkında olan  ve bunun havasını atan mart çiçekleri, kendini beğenmiş, böbürlenmeyi seven yapısı ile Arı’ya, “Ben olmasam sen bir işe yaramazsın ve bende o kadar çok polen var ki, ben olmasam sen yaşayamazsın” diye laf etmiş, bunun üzerine Arı tavrını koymuş, gururu kırılmış tabi ve Mart çiçeğine dönüp, “sen mi bana hava basıyorsun, sana minnet edip, sana konacağıma gider on tane başka çiçek gezer, sana minnet edeceğime gider  onlara konarım da sana konmam,  kendini beğenmiş sende” diye söylenip, nesline de Mart çiçeklerine konmayı yasaklamış. İşte o gün bu gündür  Arılar, mart çiçekleri (Çuha)ne konmazmış.
İlginç bir öyküydü, hoşuma da gitmişti tabi, daha bir özenle neredeyse Mart çiçeği tarlası olmuş Yakup amcanın fındıklığına geçtim ve Arı’ları izlemeye koyuldum. Arının biri geliyor mart çiçeğinin üzerinden geçiyor, yanındaki kendisini eğleyemeyecek bir çiçeğe konuyor ama Çuha çiçeğini es geçiyor, bu bir iki üç derken, hani diyorum kendi kendime “bu arı konmadı ama başka bir arı mutlaka konar” ama yok, kaç tane arı gözlemlediysem hiçbir tanesi konmadı. Ha bir ara bir tanesi beyaz bir mart çiçeğine koydu ama anında kalktı, belki de çiçeğe nazire yapmak içindi, onu anlayamadım. 


Mart çiçeklerini çocukluk yıllarımız da toplar yerdik biz, bir baktım Macide de bu çiçekleri ağzına dizmiş, yiyecek sanıyorum ama yok o 5-6 çiçeği sıralı bir şekilde dudaklarının arasına almış, üfleyerek mızıka çalıyor. Ben onu da bilmiyordum bu kez bende topladım o çiçeklerden ve üfleyerek Macide ile küçük bir müzik grubu oluşturduk. Nefesi kontrollü kullanarak çaldık bir süre ama yorulunca bıraktık Mart çiçeği müziğini. Tam çocukça bir şey oldu ama çok da hoşuma gitti hani. Bunu da Macide’ye çaktırmadım tabi. Ardından ben yine Arıları izlemeye koyuldum ve öylesine kendimi  vermişim ki, yeğenim Macide’nin bana seslendiğini hatta beni bırakıp eve çıktığını bile fark etmemişim. 
Ha öyküsü bir tarafa gerçekten de Arılar, Mart çiçeklerine neden konmuyor. Mart çiçeklerinin çiçek özünün bulunduğu kısım çok dar ve uzun olunca  Arılar, bu çiçeğin “bal”lı kısmına ulaşamıyor ve boşa zaman harcamıyor anlayacağınız. Sadece güzel görüntüleri değil tabi Doğa’nın canlanmasının haberciliği de değil Mart çiçeklerinin insan sağlığı üzerinde de Spazm çözücü, yatıştırıcı ve rahatlatıcı özelliğinin yanında  migren ağrıları için de olumlu etkileri var.


Çuha çiçeklerini toplayıp, Kurutun


Çuha çiçekleri kuruduktan sonra, bu kez şifa vermeye başlar. Bunu için çiçekleri parçalara ayırarak kurutup bir kavonazda saklamanızı öneriyoruz. Daha sonra sıra çuha çiçeği çayı yapmaya geliyor. Kurumuş çiçeklerden bir ya da iki tatlı kaşığı alıp, bir bardak kaynar suda 15- 20 dakika demlendirip içiyorsunuz. Günde iki ya da üç kez içebilirsiniz. Spazm çözücüdür, yatıştırıcı ve rahatlacıdır, migren ağrılarını azaltır.
Mart Çiçeği (Çuha Çiçeği)
Anayurdu Çin’dir. Memleketiyse Karadeniz Bölgesi'nde fındıklık ve arazilerde tür...............yazının devamı için tıklayın